12 Mayıs 2015 Salı

Hastaneler olmasa nerede ölecek bu insanlar?

Aylık kontrollerden bir diğeri için, bu sabah uyanmakta zorlanarak hastaneye geldik. Hastaneler her zaman yazılası gelmiştir bana, yüz hasta yüz farklı hikaye... Her birini dinle, farklı bir külliyat oluştur, o kadar yani. Bugüne kadar 5-10 farklı şehirde 20-25 farklı hastaneye gittik çeşitli nedenlerle. Bütün bu hastanelerde ilk bakışta göze çarpan en büyük eksiklik şu: Hiçbir zaman hasta bekleme alanlarındaki oturaklar, bekleyen hasta sayısına eşit değil, hatta yanına bile yaklaşmıyor. “Bir kural mıdır bu?” diye sorgulamaya başlıyorsunuz. Sağlık Bakanlığı'nın bizi düşündüğünü gösteren bir uygulamama mı yoksa? Hani "Zaten çok tembel bir milletsin, oturacağına ayakta dur, dolan; kalbine iyi gelsin, spor olsun." demek mi istiyorlar acaba, eğer öyleyse yerim ben onları.
Burada da böyle, Ulucanlar Göz Hastanesi’ndeyiz. Hasta sayısına oranla çok kullanışsız sayılabilecek başka bir şey daha var hatta bu hastanede: Asansör. 4 kişi binince, en son binenin kolu dışarıda kalıyor. Hastanenin kapısından giriyorsun, ilk başta kayıt yaptırmak için banko önü sırası, daha sonra polikliniğe çıkmak için asansör sırası bekliyorsun. Bu da bir yaptırım olabilir gerçi, en azından ayakta durarak veya dolanarak insanları az da olsa spora zorlayan çok sevgili Sağlık Bakanlığı, "Biraz da merdiven çıkın, kalbe iyi gelir!" diyor olabilir. Ama sanırım bir gerçeği atlıyorlar. Hastanelerde ilk bakışta olmasa da biraz vakit geçirdiğinizde fark edebileceğiniz bir durum var: Saat ilerledikçe, sıra bekleyen insanların yaş ortalaması da düşmeye başlıyor. Bu demek oluyor ki bir hastanenin en kalabalık olduğu zamanlar olan sabahın ilk saatleri, hastaların yaş ortalaması baya bir yüksek. Yaşlıların erken kalkabilme potansiyeli şaşırtıcı derecede fazla oluyor çünkü. Beş adım koşsa ölecek insanlar için bu kadar spor fazla! Sanırım Sağlık Bakanlığı bu durum hakkında yanlış bilgilendiriliyor. İşte bunlar hep paralel yapı. Yoksa bakanlık, insanların sağlığını düşünüyor, buna hepimiz emin değil miyiz? En azından yüzde ellimizin bununla ilgili en ufak bir şüphesi yok.
Biraz zaman geçiyor aradan, sıkıntıdan etrafımda dönen sohbetlere kulak kabartmaya başlıyorum. Küçük bir teyze gurubu, içlerinden hangisinin daha hasta olduğunu belirlemeye çalışıyor sanki. İlk teyze giriyor konuşmaya:
- Gözlerimin tansiyonu arkadan arkadan vuruyor, baş ağrısı oluyor bir de.
Bir diğer teyze blöfü görüyor ve arttırıyor:
- Evet evet! Bir de benim gözümden iltihap akıyor sanki, gözlerimi sabah açamıyorum, birbirine yapışıyor göz kapaklarım.
Başka bir teyze, yarışı sadece göz hastalığıyla kazanamayacağını anlıyor olacak ki mide kanaması olduğundan bahsetmeye başlıyor birden. Bir süre mide rahatsızlıklarıyla ilgili yarış devam ediyor. Rakiplerinin mide rahatsızlıkları konusunda da baya dişli çıktığını anlayan teyze, konuyu mideye getirdiği için pişman olarak, duyduğu en ağır vakayı anlatmayı akıl ediyor sonunda:
- 4 gün önce, bizim köyde, 71 yaşında bir kadının gözüne inek, boynuzuyla vurmuş. Kızı yemin ediyor, kadının gözü eline akmış resmen!
Duydukları bu vakadan sonra yarışmayı kazanamayacaklarını anlayan diğerleri, tebrik niyetine vah vahlamaya başlıyor. Bahsi geçen teyze de bir taraftan alt dudağını ısırıp kafasını acı acı sallayarak tüm tebrikleri kabul ediyor. Sonra bir başka yarışma konusu başlıyor: En hayırlı evlat.
Biraz oturduktan, oturduğumuzdan daha fazla ortalarda dolanmak suretiyle sistemin dayattığı zorunlu sporumuzu eda ettikten sonra sıramız geliyor. Üçüncü saatten sonra burada bulunma amacımızı unutmuştuk biz halbuki. Sanki "Nasıl olsa evde de oturuyoruz. Bugün bir değişiklik yapalım da gidip biraz da hastanede oturalım." diye karar vermişiz gibi hissediyorduk. Altın günü etkisi yaratmıştı bu ayki rutin kontrolümüz. Hatta ismimiz okunduğunda bir an için afalladık. Muayenemiz de 15-20 dakika sürdükten sonra hastanenin hemen karşısında bulunan Ulucanlar Cezaevi'nin müzeleşmiş yalnızlığını gezmeye gittik.
Cezaevine doğru yürürken midem yanıyormuş gibi, gözlerim arkadan arkadan vuruyormuş gibi, gözkapaklarım sanki birbirine yapışıyormuş gibi, ineğin biri adeta gözümü patlatmış gibi hissediyordum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder