18 Kasım 2014 Salı

Bir Orospuya Aşık Olmak

Deniz kıyısında, kumsalda,
Nerrantsula fundoti!
Bir bakire etekliğini çitiliyordu,
Nerrantsula fundoti!




Karga Kafesinden Korkan Küçük Kuş

Deniz kenarında bir evi vardı dayımın ben küçükken, böyle ufka kadar gemilerin, şileplerin göründüğü bir deniz manzarası... Geniş ve "ilginç döşenmiş" bir salon bu manzaraya ev sahipliği yapardı. Mersin'de sıcakların ortasında, çok eski bir müzik seti baş köşeye oturtulmuş çok değerli bir misafir gibi dururdu salonun ona ayrılan kısmında. Ne zaman gitsem bir kadının o çok güzel sesinden kısık sesle şarkılar dinlerken bulurdum dayımı, pencere kenarında otururken. Romantik adamdı vesselam, deniz sessizliğinde adını sanını bilmediğim bir kadının sesini dinlerdi. İçim bir garip olurdu, o zamanlar adını bilmediğim bir duygu olan "hasret" duygusu sarardı küçücük bünyemi.

Evet o güzel sesli kadın Feyruz'muş, çok sonra duydum adını. İçimdeki hasret duygusu da memleket hasretiymiş, çok sonra anladım, Lazkiye vardır bilir misin? Deniz kenarında hani, iklimi ve coğrafi şartları Mersin'e benzer, hani bazen ölüm haberlerinin geldiği cennet memleketim Lazkiye..


Feyruz: İçinden gülmek gelmeyen kadın.. Ortadoğu'nun Yası..

Zamanında göç etmişler oradan Türkiye'ye, Hatay, Adana, Mersin hattına yerleşmişler, teyzem Hatay'da kurmuş düzenini, biz Adana'ya göçmüşüz dedemlerle, dayım Mersin'e gitmiş. Yurt bellemişler Türkiye'yi de elbet, ama çocukluklarının geçtiği anayurtlarını unutmamışlar, dilleri değişmiş, ananeleri değişmiş ama duydukları özlem zerre azalmamış. Hüzünlerini Feyruz'la dile getirmişler; sevinçlerini, eğlencelerini -adını yine çok sonradan öğrendiğim- Samira Tevfik'le süslemişler.. Asfur'la uyutmuşlar çocuklarını, bizi.. Ezberlemişiz şarkıları ister istemez...
Samira Tevfik: Suriye'nin Türkan Şoray'ı.

En büyük mirasları sıla, gurbet, hasret oldu onların.. Hiç gitmediğimiz topraklardan "gel" çağrıları duyar olduk sonra, tam gidilecek olmuş, Hicaz demiryolu yeniden açılmış, "kan! kan! ölüm! katliam!" sesleri bastırmış o "gel" çağrılarını..

Şimdi ben, Türkçeyi Arapçadan fersah fersah daha iyi bilen kardeşiniz, hüzünlerimi Feyruz'la dile getiriyorum bugünlerde, Samira Tevfik'i dinlemek içimden hiç gelmiyor. Adana'yı, Suriye'yi özlediğim gibi; Mersin'i, o belli belirsiz duyduğum Feyruz sesini de özlüyorum.. Uzaktan geçen gemileri özlediğimden çok belki, buz gibi ellerini öptürdükleri dayımı özlüyorum..

Bu da böyle bir hüznümdür işte..

Korsan da Olsa Okur Yine Okur

Bir kitap okumaya karar verdim geçenlerde. Uzun zamandır gözüme çarpıyordu zaten, danışmanın hemen solunda yüzden açık bir kitap.. Prensip olarak kitapların fiyatlarına bakmıyorum, baksam da hemen unutuyorum zaten. Fiyat soranlara da "Arkasında yazması lazım, bi bakın isterseniz.." diyorum. Öyle bildiğim çok uç örnekler var, çok çok ucuz veya çok çok pahalı kitapları ister istemez hatırlıyorum.

Neyse... Belki bir ay bakıştık kitapla, son hafta da kafamda kahramanları oluşturmaya başladım, kıyafetlerini yüzlerini boylarını vs. kafama oturttum. Nasıl diye soracaksınız, "Sadece bakıştığın bir kitabın kahramanlarını nerden biliyorsun?". Az çok bilgim vardı tabii kitapla ilgili, sonuçta kitapçılık.. Keyifli bir okuma olacaktı hissediyordum. Neyse karar verdim, gittim kitabı elime aldım, 25.50 lira! Lan benim yevmiyem 24 liraydı zaten. Alamadım tabii. Bir gün okul çıkışı ikinci el kitapçıları dolaştım, kafaya koymuştum, alıp okuyacağım. 8 liraya buldum bir tane, sayfaları yerinde, sağlam, kitabevindekinden tek farkı eski olması, o kadar..

Alıp, okudum da.. Ancak istatistiklere geçmeyen bir okuma bu. Çok da umrumda değil zaten.

Aynı kitabevinde kampanya vardı bir ara: Wordsworth yayınlarının bütün klasiklerinin tanesi 1.99 pound. 6-7 liraya denk geliyor bu. Türkçe klasiklere bakıyorsun ateş pahası. Anlamak mümkün değil. Düşün ki ithal ettiğin kitap, burada bastığın kitaptan ucuz.


Ulan Reşat Nuri Güntekin'in yazdığı Çalıkuşu 35 lira olur mu? Ne basıyorsun sen İnkılap Yayınevi? Çalıkuşu lan bu, herkesin okuması gereken bir kitap, nasıl 35 lira olur. 35 ney laaaan? Liselerde ödev kitap olarak verilince satarken utanıyorum, bazen "burdan almayın, gidin Olgunlar'da 5-10 lira, oradan alın." diyecek oluyorum.. Olgunlar'dan alınan hiçbir kitap istatistiklere geçmiyor ki o sokak her daim kalabalıktır..



Küçük Prens... 17 lira.. Neyin kafasını yaşıyorsun sen Mavi Bulut? Bastığın kitabın maddi ederi nasıl 17 lira olur? Normal kitap boyutunda bile değil... Ben nasıl alayım Küçük Prens'i 17 liraya? Gittim buldum 1995 baskı, Can yayınları.. İstatistiklere geçmedi..

Çevirene bak çevirene!


Belki bahane olacak çoğuna.. Ama yani durum ortada..

Ulan bu yazarlar değil mi korsandan çok çekiyoruz diyen? Evet çekiyorsun çünkü "korsan okuru" diye bir kavram var. Çok yaygın hem de..

Velhasılıkelam kitaplar çok pahalı be hocam. Herkes gidip korsan alıyor ve hiçbiri;

İstatistiklere geçmiyor..

Astigmata anlamlar aramak

Dolunayı bile yamuk yumuk görmeye neden olabilecek hastalıktır.

Kulak burun boğaz polikliniğinde sıra bekliyordum. KBB doktorunun tam karşısında da göz doktorunun odası vardı. Bir an için gözüm çarptı bu odaya. Ne sıra bekleyeni vardı ne de hastası. Kulak-Burun-Boğaz'da sıra bana gelene kadar, tamamen vakit geçirmek niyetiyle göz doktorundan sıra aldım. Aslında bir kaç küçük şikayetten başka bir sorunum yoktu, yani yok zannediyordum ben. Kontrol olsun diye aldım sırf o sırayı.

Odanın önüne geri geldiğimde ismim ekranda yazıyordu bile. İçeri girdim, 3 farklı aletle gözlerime baktı. Sonra beni bir sandalyeye oturttu; gözüme yarım daire şeklinde camı olmayan gözlük taktı... Tabii bunları yaparken tek kelime etmedi, "şimdi buraya mercek takacağım ve nasıl gördüğünü bana söyleyeceksin." cümlesinin dışında. Olaylara hiçbir anlam verememiş, adeta şoka girmiştim, kurbanlık koyun gibi doktorun talimatlarını yerine getiriyordum sadece, tek kelime etmeden. Sonra o yarım daire şeklindeki çerçevenin sağ tarafına siyah bir daire koydu, daha sonra sola da bir cam yerleştirdi. "Karşıya bak" dedi... Yunan alfabesindeki harflere benzeyen şekillere ilk baktığımda gerçek anlamda irkildim ve "oooooo" diye bağırdım gayri ihtiyari... Dünyam değişmişti resmen, renklerin değiştiğini hissettim o anda. Her şey keskinleşmişti... O güne kadar benim gördüğüm şekilde görüyor zannederdim herkesi... Ama o camdan sonra görme duyusunun tadına varmak nedir, onu öğrendim...

Doktor, sol gözümdeki camı kaldırdığında küçük bir burukluk dahi yaşadım, sen düşün artık. Sol gözüme uyguladığı işlemi sağ gözüme de uyguladı. Elime reçeteye benzer bir kağıt tutuşturarak iyi günler diledi.

Her şey iki dakikada olup bitti. Kapının önünde, elimde reçeteyle kalakaldım. Dışarda bekleyen sevgilim de çok şaşırdı. O şaşkınlıkla, direkt sevgilimin soran gözlerini muhatap alarak, "Gözlük yazdı." dedim, birazdan altına yapacak bir çocuğun annesine boş gözlerle bakarak "çişim geldi" dediği gibi.

Kulak-Burun-Boğaz'daki tedavim de işitme testini yapan cihazın bozulmasından dolayı yalan oldu. Neye niyet, neye kısmet.

Çıkışta bir gözlükçüye uğradım, elime verdikleri ilk çerçeveyi seçtim. Dünyayı o şekilde gördükten sonra tek düşündüğüm derhal gözlüğüme kavuşup o hazza tekrar varmaktı. Gayrısı boştu benim için. Ama gözlükçü abla yarın gelmemi söyleyince tekrar burukluk yaşadım...

gözlükçüden çıkıp da eve gidene kadar konuştuğum tek konu renklerin aslında ne kadar güzel ve canlı olduğu ve dünyanın aslında daha aydınlık göründüğüydü...

Haaa... Bir de miyopmuşum ama sen siktir et. Önemli olanı astigmat...

Acayip bir şey şu astigmat..

Yani acayip bir şey-miş..

Günlük hayat - Matematik ilişkisi

Lisede TM öğrencisiydim, hukuk falan istemiyordum, zoraki yollanmıştım bu bölüme.. Yabancı dil okumak istiyordum, okulda bölüm açılmadı, annem de ısrarla başka okula göndermedi, dolayısıyla iki senemi heba ettim. Mat-2 konularına hep bu şekilde yaklaştım, "neden öğrenmem gerekiyor lan bunları, ilerde hiç işime yaramayacak, türevin türevini alsam ne almasam ne amk!" gibi tepkiler verdim, lnx konusunu hiç öğrenemedim, hala ne olduğunu bilmiyorum. Sınav sorularından hiçbir bok anlamıyordum, Arap harflerini bilmeyenlerin Kuran'ı Arapçasından okumaya çalışması gibi bir şeydi benim yaptığım. Kafamda hiçbir şey uyanmıyordu, mal mal bakıyordum.

Daha sonra ittire kaktıra mezun oldum, annem hala TM'den alan bir bölüme, mümkünse hukuka girmemi istiyordu, ben de Türk Dili istiyordum, ama bir bok beceremedim, kazanamadım üniversiteyi. Annem dershaneye yolladı, hala TM'de ısrar ediyordu. Anlayacağınız dersHanede de TM sınıfına verilmiştim, 1-2 ayım yine boşa gitti. Sözel bölümden neredeyse yanlışım yoktu, iş matematiğe gelince mal gibi kalıyordum, hocalarım da farkına varmıştı bu durumun. Bundan cesaret alarak gittim konuştum hocalarla, "ben TM bölümünü istemiyorum, annem zorla yazdırdı beni, sınıfım hiç değişmeden, yani annemin haberi hiç olmadan sözel sınıfla derslere girsem mi?" diye sordum, kabul ettiler. Mat-1'i biraz zorlayarak Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne yerleştim. Yalan yok, öğretmenliğe yetseydi puanım girecektim, ama yetmeyince de çok üzülmedim. Matematiksiz 4 sene cennette gibi yaşadım, zerre aramadım, zerre hayıflanmadım türev, integral, tanjant-kotanjant bilmiyorum diye. Sonra okul bitti yüksek lisans için dil puanı ve ales istediler, dil puanını zaten hallettim, Ales'te de matematik olduğunu görünce inceden bir tırsmadım değil. Ama sözel kısmın neredeyse tamamına yakınını yapınca yemişim matematiği.. Ondan da babalar gibi aldım puanımı, artık üniversiteler beni değil de ben üniversite seçer oldum. Okumak istediğim 2 üniversite vardı, biri ana bilim dalımı açmadı, diğerine de başvurdum aldılar, mülakatta da matematik falan sormadılar iyi ki... 2 üniversiteye başvurdum toplamda, biri okumak istediğim üniversiteye, diğeri de sırf gövde gösterisi için kendi okuluma..

sonra yüksek lisansta ve doktorada Mat-2'nin hiçbir boka yaramadığını anladım, doktora için biraz daha fazla yabancı dil puanı yeter... Yüksek lisansım boyunca da hiçbir hocam bana sin35 nedir sormadı.

Zamanın birinde sormuştum ben de hocama, "hocam bu sinüsler kosinüsler günlük hayatta ne işimize yarayacak?" diye.. O da "öyle deme evladım, çevrende gördüğün bütün binaların yapımında bunlar kullanılır, sen ne zannediyorsun bunu?" diye cevaplamıştı.

o zaman diyemiyorsun tabii,

-Lan hoca banane, ben inşaat mühendisi olmayacağım ki?

Yalnız insan yoktur; az kitap vardır

"Abi" dedi.. "Annemle kız kardeşim terkediyor beni, Aydın'a gidiyorlar, ben tek kalıyorum burada."

18'ine yeni girmiş bir delikanlı.. Gecenin bir yarısı kapımı çaldı. Mahalleden bir çocuk. Canı sıkılmış, sığmamış hiçbir yer, sığmamış ev; çıkmış sokağa. Aklına ben gelmişim. Köpek gibi ders çalışmam gerekiyor, çalışıyorum da..

Geldi, çay koydum, geçtim karşısına.. Sigara içti, dalıp gitti ilk alındığı gün beyaz mavi, sonradan gri lacivert olmuş halıya.. Sustuk beraber. Çay oldu, getirdim koydum önüne cigara paketimle beraber. Bir yudum aldı, bir cigara yaktı. Derin bir nefes çekti. Ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra.. Gözyaşları sırılsıklam etti yüzünü, burnu aktı.

"Abi" dedi.. "Ben 8 senedir hiç ayrılmadım kız kardeşimden"

"8 senedir" dedi. Düşündüm.. 8 senecik.. İki aşkımın arası sekiz sene sürdü benim. Ben sekiz sene önce 18'ime yeni girmiştim. "8 sene" dedi, ama bu onun ömrünün yarısı demekti..

Saçını şöyle bir karıştırdım, "tamam be oğlum" dedim. "Sıkma canını! Hem neden gidiyorlar ki?"

"Abi" dedi.. "Yapamadılar burada.. Kirası ayrı dert, doğalgazı ulaşımı ayrı dert. Ben de iş bulamadım burada. babamı da biliyorsun zaten."

Babasını biliyordum, raporlu şizofreni. Yalan söyleme hastalığı var ayrıca. Aynı teyzenin cenazesine yılda 20 kez gider. Bir var, bir yok zaten. Çocuk bakacak biri değil, yani baba olmamış hiçbir zaman. Temmuz'dan beri de yok ortalarda.. Kimse ulaşamıyor. Bir kaç kere düştük peşine, Kurtuluş parkında yattığını görenler olmuş, gittik, orada da bulamadık. Bir kere de garda bir bankta uyurken görmüşler.

Ben sordum, o anlattı. Annesini anlattı.. Kız kardeşini anlattı, kitap severliğini, gitar çalmayı nasıl istediğini. anlattı, anlattıkça açıldı.

"Abi" dedi.. "Ben artık adam olmak istiyorum, düzgün biri olmak istiyorum ben."

Artık eve gitme vakti gelmişti, annesi merak edecekti. Telefonu da yok, gecenin bir yarısı.. Sabaha azıcık var..

Adam olması gerekiyordu, Aydın'a gitmek istemediği için bir işe girip yeni bir hayat kurması lazımdı. Ama önce yalnız kalmaya alışsa iyi ederdi. Özellikle buna alışmalıydı.. Yalnızlığa ortak edeceği bir şey bulmalıydı, sessiz evlerin tırmaladığı kulaklara çok aşinaydım ben de.. Yolcularken eski gitarımı tutuşturdum eline; çok sessiz bir evde, kendi kendine konuşmak haricinde sessizliği bozacabilecek tek şeyi söyledim:

"Git kitap oku"..