26 Ekim 2014 Pazar

Kitabevinde Evcilik





Kitabevinde ortalığı toparlamaya giriştiğim bir zaman... 3 tane çocuk ayakkabısı... Belli ki çıkartıldıktan sonra özenle yerleştirilmiş...

Burası bir tünel... Solunda ve sağında kitaplar var, çocuk kitapları... Azıcık görünüyor zaten dikkatli bakarsanız. Çok küçük 3 tane çocuk bu tüneli evcilik için kullanıyorlar bu sırada, Eğilip bakmadım, ama 2 kız, 1 oğlan çocuğu.. Evet eğilip bakmadım, evcilik oynadıklarını da ayakkabıların düzeninden anlıyorum.. Hatta büyük ihtimal, ortadaki ayakkabının sahibinin fikriymiş evcilik... Oğlan çocuğu da aceleyle dahil olmuş oyuna...

Bi bak, şu dururumun kitabevi versiyonu bu ahval, sen de hatırlarsın eminim..

O yorgunluğun, o gürültünün içinde o kadar güzel göründü ki bu sahne.. Kitapçı olmanın tadına vardığım anlardan biri işte bu da.. Çocukların hayal dünyasına bir şekilde misafir oluyorsunuz.. Onlar evcilik dahi oynasalar, orası bir kitabevi ve onlar daha çocuk. Bu kadar mutlu ve hayal güçlerinin bu kadar serbest olduğu bir yerden asla kopmayacaklardır. Bir geleceğe dokunuyorsunuz yani.. Çok okuyacak, belki de kitaplardaki kahramanlara aşık olacak bir insanı daha bebekken tanıma fırsatı yakalıyorsunuz...

Bazı zaman geliyor, o insanın ilkgençlik çağından giriyorsunuz içeri... Bu sefer evcilik yok ama çok daha başka bir şey var:


O kadar dalmış ki kitaba.. Evcilik oynar gibi.. Evet durduğu yere bağdaş kurmuş, biraz ötede rahat oturaklar varken üstelik.

Olduğun yere bağdaş kurmanı tek bir kimsenin bile umursamayacağı, hatta aksine herkesin bundan hoşlanacağı tek yerdir kitabevleri..

Düşünsene hep hatırlayacak bu anları.. Bu gün Darth Vader okuyor olabilir.. Ama ileride, sözgelimi, Oblomov veya Suç ve Ceza'yı da böyle nefes nefese ve dünyadan bütün bağlarını koparmış bir şekilde okuyacak yine.. Ve bu okumalardaki zevki, bir kitabevinin soğuk zemininde bulduğunu hiç unutmayacak..

Son olarak...

"Okumak iptiladır; müptelalara selam.."

"...Elimize Vermiş Hayat Boyumuzun Ölçüsünü..."

- Link veren yazar/şair/her neyse...


Ali Lidar varmış, kitabevinden bir arkadaş bahsedip bahsedip duruyordu.. Bahsetmek dediğim de şu: "Şu Ali Lidar, ne kadar güzel bir adam ya!". Arada bazı yazılarını paylaşırdı, göz ucuyla şöyle bi okurdum. Klasik "kaybetmiş adam" gibi görünürdü gözüme. Ayrıca Beşiktaşlıymış, en koyusundan...

Elimden geldiğince elimden geçen, ilk bakışta dikkat çekebilecek bütün kitapları incelemeye çalışırım, sonra da vakti gelince, yani cepte para olunca, sırasıyla almaya çalışırım o kitapları. Maaşımı fazlasıyla aldığım bir günde sıradan üç kitabı satın almak için kasaya gittim, "Yeni Çıkanlar" sehpasının en üstünün en sağındaki kitap ses verdi bana, "Bir dakika." dedim kasaya, "Beni al!" çağrısına uydum Tesirsiz Parçalar'ı* da elime alıp döndüm tekrar. Kitap çantamda çıktım işten. Geç saat... En azından kanunen bira satın almak için çok geç... Ama çantamdaki kitabın bundan haberi yoktu sanırım. Biraz önceki çağrı gibi, bu sefer "Bira"lamaya başladı kitap birden. Tarlabaşı'nda "Abi zehir lazım mı?" diyen gençlerden, bahsi geçen zehri satın alır gibi aldım birayı, geçtim eve. Ev yalnız, ev sessiz, ev tek başına... Bir şeyler yedikten sonra Ali Lidar'a düştüm...

Birini okurken, ona en çok yakışan şarkıyı bulduktan sonra, okumalar o kadar güzel oluyor ki... Mesela, nedendir bilmem, Nedircik Yavrusu'nu* okurken tek bir şey dinledim: Erkan Oğur - Bir Sevda... Deneyin güzel oluyor...

Bir yazar veya bir şair  -yani kendisini nasıl görüyorsa işte- düşünün ki okurlarına veya dertleştiği kişilere -yani bizi ne olarak görüyorsa işte- bizzat, "Arkadaş, beni okurken bu bu şarkıyı dinleyeceksin, yoksa okuduğun bi boka yaramaz!" diyor. Demekle kalmıyor bir de link veriyor:


Çaresiz açtım Bülent Ortaçgil, öyle okudum tabii. Bülent Ortaçgilsiz okumayı denemedim bu hikayeyi, ama onunla beraber okuyunca gerçekten hak verdim adama... 

Ancak kitabın geneli Ezgi'nin Günlüğü'yle cisimlendi kafamda. Bira, Ezgi'nin Günlüğü ve Ali Lidar... Azıcık çakırkeyf olmaya başladın mıydı bu üçlü bütün yalnızlık yaralarına tuz! O tuz yakınca tüm yaraları o zaman daha iyi anlıyorsun Ali Lidar'ın kaybetmişliğini. O kaybetmişlik nasıl farklı diğerlerinden, her şişede daha iyi anlıyorsun... Şişenin markası Bomonti'den Kırmızı Tuborg'a evriliyor, sayfalar sonra... 

Ertesi gün kitabevine farklı bir kafayla gidiyorum, Ali Lidar'a kaldığım yerden, kaldığım promille devam etmek için dakikaları sayıyorum. Derken aklıma bir fikir geliyor, Tesirsiz Parçalar'ı hayatıma sokan, düpedüz hayatıma sokan adamı gece içmek için iknaya başlıyorum:

-Abi alırız biraları geçeriz bir parka ha, olma mı?
+Ben yarın sabahçıyım oğlum olmaz!
-Yapma beee! Bak Ali Abi'yi de çağırırız, o da gelir?
+Ali kim lan?
-Ali Lidar...

Ali Abim lan o benim...




* Bildiğim sitelerden baktım, en ucuzuydu bunlar.

Bir Merhaba'yı Bıçaklar Gibi Artık Selamlaşmalar...

Merhaba...


Ben İvan. B. Milinski... Bu yazıyı yazdığım zamanlarda 26. yaşıma bir kaç gün var. Edebiyat mezunuyum 2 senedir. En övündüğüm özelliğim bu: Edebiyat mezunu olmak.. Lisans yetmedi, bir de yüksek lisans yapayım dedim, olmadı... İlk sene tamam da iş tez dönemine gelince kaldı öyle.. Şu an itibariyle sadece 3 hafta gerideyim programımdan ama hiç yüksek lisans yapıyormuşum gibi hissetmiyorum. Gerçi yüksek lisans yapıyormuş gibi hissetmek nasıl oluyor onu da bilmiyorum ama... Henüz öğrenciyken, bir kitabevine başvurmuştum çalışmak için, mezun olur olmaz aradılar, orada işe başladım. Bu da en çok övündüğüm ikinci şeydir: Ben bir kitapçıyım! 

Mezun olduğum sene tam zamanlı başladım kitapçılığa, o sene öyle geçti. Yüksek lisansa başladığım seneyse yarı zamanlı çalışmaya başladım, o sene de öyle geçti.. Şimdi tekrar tam zamanlı kitapçıyım..
(...)

Az önce oturuyordum, Leyla ile Mecnun'u tekrar bitirdikten sonra Ben de Özledim'e başladım. Ben de yazayım bir blog diye düşündüm, durağanlığımı, özlemlerimi, en büyük aşkımı, kitapçılığımı, kitapları, atanamamışlığımı, atanmak için yapacaklarımı, atanmak için yapmam gereken ama bir türlü yapmadığım şeyleri anlatayım dedim.. Şiirleri, Türk dilini ve bilimum dilleri anlatayım, bildiklerimi aktarayım dedim. Romanları... Kaç kişi okursa artık...

Peki neden İvan? B? Milinski? İvan Milinski ki şudur... B. de benim, ben'in ilk harfi...

Hoşgeldiniz...