23 Temmuz 2016 Cumartesi

Bu Bir Gündem Yazısıdır

1.

Normalde hüzünden korkmam. Tutunamamak'ın da bir tercih veya bir sonuç olduğunu kabul etmiştim yıllar önce. Bu halin de en az mutluluk kadar normal; insanların bir diğerini hüzünlü görünce teselli mecburiyeti hissetmesinin gerizekalılık olduğunu düşünürüm. Teselli etmelerini değil dikkat et, teselli mecburiyeti hissetmelerini. 

O gün korktum hüznümden. Yalnız olsaydım korkmazdım. Ama bu hallerimi asla kaçırmayan bir grup orospu çocuğu konuşlanmıştı yine zihnime. Pusucu götverenler. Biri cinayet fısıldıyordu kulağıma, biri müntehir etmeye çalışıyordu beni: Nereye kadar, diyor, nereye kadar karavana? "Artık anlamıyor musun, sen teksin."

Beynimin her kıvrımına; ateşin ve okun icadından önce, günlerce kovaladığı ceylanı sonunda alt edip pişirmeden yiyen büyük dedelerim ve büyük kuzenlerim gibi dişlerini geçiren bu soysuzları susturabilmek için çeşitli şeyler yapmaya çalışıyordum. 

Lafı uzatmaya gerek yok. Susturamadım. Susturma çabalarımdan birinde bir şarkıyla karşılaştım, ilgincinden adı olan bir müzik grubunun ilk defa duyduğum bir şarkısı. Gerçi hiçbir şarkısını bilmiyorum, ilk duyduğum şarkısı bu. Susturamadığım sesleri sarhoş ederken dinlenecek bir şarkıymış gibi geldi. Şarkı güzel. Şarkıda bir şey, yüzleşmemi sağlıyor kulağıma fısıldanan şeylerle. 

Şarkının üçüncü tekrarında, takribi yine üçüncü kadehe denk geliyor bu, bacak bacak üstüne atmış, bir elimle ensemi ovuşturuyorum. "Böyle oluyor işte her maceranın sonu, beynimi uyuşturmaya çalıştığım anlar" diyorum kendi kendime ve zihnimdeki, alkolün de etkisiyle konuşmalarında sarhoşluklar duyduğum bu orospu çocuklarına. "Kabul et artık ve siz de kabul edin. Tilki kürkçü meselli... Hepsinin sonunda oturup hep beraber uyuşturuyoruz bu bedeni. Hepsinin sonunda dönüp bütün intikamı bu bedenden alıyoruz."

Odam küçük, odamda tek kişilik bir kalabalık bağıra çağıra konuşuyor, Odamda rahat nefes alamıyorum. Balkonda konuşlanıyorum, hava serin.



2.

Yıllar önce konuştuğum bir abi vardı, Saim Abi. Nasıl tanıştığımızı pek hatırlamıyorum şimdi. Bir kadından bahsediyordu sürekli: "Sikti, ebemi sikti. Yalnız beni sikse yine iyi, binlerce insanı öldürdü."

Bir sevgilisi varmış Saim Abi'nin. Mutluymuş. Askere gittiğinde bile firarı düşünmüş yüzünü görmek için. Bu hikayeyi iyiden iyiye "saf Anadolu delikanlısı - burnu havada asi kız ilişkisi" hikayesine dönüştüren olay, 95 yılının Temmuz ayında yaşanmış: "Seni artık sevmiyorum Saim; başka birini seviyorum."

Seni artık sevmiyorum Saim; başka birini seviyorum. Bu hikayeyi anlatırken bu cümleyi ne zaman söylese, en az iki kere tekrar eder, duraksar, sonra o an ne içiyorsak büyükçe bir yudum alır, anlatmaya devam ederdi:

"Ne yapacağımı bilemedim, aklıma gelen küfürlerin bini bir para! Ama, dilime gelmiyor bir türlü nedense. 'Senin ağzını yüzünü sikerim lan, ne demek sevmiyorum!' diyorum içimden, dışımdan da 'Senin ağzın neler diyor böyle Şule?' diyebiliyorum. 'Kimmiş o senin orospu aklını çelen orospu evladı?' diyecek oluyorum, 'Neyimi beğenmedin Şule?' çıkıyor ağzımdan. Öyle bir haldeyim. Neyse... 'Hadi herkes kendi yoluna.' dedi, kalktı masadan. Biraz oturup ben de kalktım. Akşama kadar dolandım, Niğde kazan, ben kepçe. Oturdum televizyonun başına, ses olsun maksat, kendi sesim çıldırtacak beni yoksa. Haberler var. Srebrenitsa diye bir yerde kıyım olmuş, Binlerce insan öldürmüşler. Beni siktin bıraktın hadi tamam, binlerce insandan ne istiyorsun lan!"

Olan o an mı olmuş, yoksa Şule'nin başka birini söylediği an mı bilmiyorum, sıyırmış Saim Abi. 11 Temmuz 95'te, Balkanlarda bir yerlerde gerçekleşen bir katliamın tüm suçunu Şule'ye yüklemiş. Bu kadınlar hep böyle, demiş o günden sonra herkese, "Birini öldürmekle rahatlamazlar, isterler ki katliam olsun."

Her yıl 11 Temmuz'da anma günü düzenler olmuş sonraları:

"Orada ölenleri en iyi ben anlarım. O katliamda ilk ben öldüm. O gündür bugündür, unutulmuş cesetler gibi yatıyorum hala."



3.

Normalde hüzünden korkmam. O gün korktum hüznümden...

O gün gözümü ilk açtığım andan elimi telefona atana kadar geçen mahmur ve sersem o birkaç dakika, diğer sabahlar gibi normaldi. Ne olduysa ondan sonra oldu. Normalde, "Günaydın sevgilim, bugün ne yapıyoruz?" yazması gereken mesajda şöyle yazıyordu: 

"Olmuyor artık. Denedim olmuyor. 'Son şansım sensin, son atımlık kurşunum vardı, sana denk geldi. Son bir kere daha deniyorum seninle yaşamayı.' dediğin zamanı hatırlıyor musun? Biraz konuştuk diye kendi kendine gelin güvey oldun. İşte ben o gün seni reddetmekten korktum. Seni seviyormuş gibi davrandım. Yoksa ben hala Turgay'a aşığım ve sanırım onu sevdiğim kadar kimseyi sevemeyeceğim."

Tanıyorum Turgay'ı. Yani biliyorum. Birbirimizi tanımaya başladığımız zamanlarda, geçmişten konu açıldığında anlatmıştı nasıl biri olduğunu. Ama üstüne çok zaman geçtiğini, artık hiçbir şey hissetmediğini... Bu yüzden sadece isim vermekle yetinmişti, "Turgay'a aşığım" diye. Bu yüzden "Başka birine aşığım" demeden direkt isim vermişti.

"Bu ne demek oluyor böyle?" yazdım. Uzun süre cevap yok. Aradım açmadı; tekrar aradım, cevap yok. Aradım, meşgule aldı. Bekledim. Mesaj yok. İçimden yalvarıyordum, "Ne olur biraz daha dene, seveceksin beni, sana unutturacağım herkesi. Beni sevmeye çalış." diye. Ama küfür yazdım mesaja, aklıma gelen tüm küfürleri... Fazla yaratıcı olmadan, direkt, yan yollara sapmadan sövdüm. "Nankör köpek" diye yanıt verdi, "Ben yokken it gibi yaşıyordun. Benim sayemde düzeldi hayatın, benim sayemde bıraktın müptezelliği. Şimdi küfür mü ediyorsun bana? Yazma hiçbir şey, bu küfürlerden sonra olacağı varsa da olmaz artık."

Dibine kadar haklıydı. Ondan önce cebimdeki paraya göre uyuşturuyordum kendimi. Uhu kokladığım da oluyordu, LSD ile seslere dokunduğum da. Ama atladığı bir şey vardı. Beni düzelten o değil, bizzat ben düzeltmiştim kendimi. Son bir kez deneyeceğim düzgün yaşamayı, demiştim. Son bir kez vereceğim kendimi birine, son bir kez güveneceğim. Düzeleceğim, demiştim kendi kendime; kendisi atladı son atımlık kurşunumun önüne. Şimdi de "Çelik yeleğim vardı üstümde." demeye getiriyor, "Yoksa ben hala Turgay'a aşığım" demekle. 

Birkaç küfür daha yazdım, yalvarmak değil küfretmek geçiyordu içimden. Sonra çıktım evden. Ankara kazan ben kepçe, akşama kadar dolandım durdum. Hiçbir yere varamadım, hiçbir yer sığmadı beni.



4.


Normalde hüzünden korkmam. Tutunamamak'ın da bir tercih veya bir sonuç olduğunu kabul etmiştim yıllar önce. Bu halin de en az mutluluk kadar normal; insanların bir diğerini hüzünlü görünce teselli mecburiyeti hissetmesinin gerizekalılık olduğunu düşünürüm. Teselli etmelerini değil dikkat et, teselli mecburiyeti hissetmelerini. 

O gün korktum hüznümden. Son bir kaç aydır yalnız olsaydım korkmazdım. Çünkü bana yaşamı fısıldayan, yaralarımı sahiplenen ve ayık kafayla da yaşanabileceğini kanıtlayan bir sevgilim vardı. İçime saplanmıştı yaşama gücü. Çünkü o olmasaydı ölüm korkum olmayacaktı. O gün hüznüme yenik düşüp kendimi öldürmekten korktum. Çünkü zihnime yuvalanmış o pusucu götverenler, bana cinayet ve  intiharı fısıldıyorlardı.

Sonrası malum... İçimdeki herkesi ve bizzat kendimi sarhoş etmek için içmeye başlıyorum, ilginç adı olan müzik grubunun şarkısı eşliğinde. Ter basıyor, hava serindir diye balkona konuşlanıyorum.

Uçak sesleri başlıyor birden. İlk başlarda kimsenin umrunda olmuyor. Çok sık olmasa da bazen F-16 sesi duyulur Ankara'da. Bu yüzden kimse kafasını kaldırıp bakmıyor bile. Ses kesiliyor. Sonra bir daha... Bir daha ve bir daha... Alışık olmadıkları kadar çok ses duyan Ankaralılar balkonlardan sarkıp havaya doğru bakıyor. Ben de sadece onlara bakıyorum. Onlar havada dönen şeyleri anlamaya çalışıyor gökyüzüne kaldırdıkları başlarıyla; bense, bir gözüm onlarda, şarkının en sevdiğim cümlesini anlamaya çalışıyorum hoparlöre doğru yaklaştırdığım kulağımla. Biten kadehimi doldurmak için içeri girdiğimde anlıyorum havadaki hareketliliğin sebebini ve mutfaktaki televizyonun karşısına konuşlanıyorum  bu sefer.

15 Temmuz 2016'da, Ankara'da, terk edildiğim sabahın gecesinde bomba yüklü uçaklar, helikopterler dolaşıyor. Şarkının sesini biraz daha açıyorum. Ölüm haberleri geçmeye başlıyor altyazıdan. Darbe diye adlandırdıkları bir katliamı izlemeye başlıyorum, sesi kısık televizyonumdan. Meclis'i vuruyorlar. Meclis'i bir daha vuruyorlar. Meclis'i vuruyorlar ve ben televizyon'dan izliyorum burnumun dibindeki yerin vurulmasını. Sesi dışarından geliyor patlamaların, sonra da televizyondan görüntüsünü izliyorum. Meclis'i vuruyorlar. Ölüm haberleri gelmeye devam ediyor. İlk belirlemelere göre yüz altmış bir ölü var, diyorlar. Aklıma Saim Abi geliyor. Acı acı gülümsüyorum. "Yoksa ben hala Turgay'a aşığım." diye tekrar ediyorum içimden iki kere. Kadehten büyük bir yudum alıyorum. Sonra "Beni siktin bıraktın hadi tamam, bu kadar insandan ne istiyorsun lan!" diye bağırıyorum.


5.


Toplamda iki yüz kırk kişinin öldüğünü söylediler birkaç gün sonra. Bense o gün bu gündür, unutulmuş bir ceset gibi yatıyorum hala.