3 Ekim 2015 Cumartesi

Büyüdükçe Zaman Daralıyor...

Çok çocukken, minicikken, zaman güneşle beraber, uykuyla beraber akardı. "Yatçaz kalkçaz, denize gitçez" "Karanlık olunca teyzemlere gitçez" derdik, bir eylemi ne zaman gerçekleştireceğimizi sorduklarında. Hatırla bak, sen de öyle derdin. Çocuklar hala böyle söylüyor. Zaman aralığımız ne kadar geniş: Bir günü; sabahtan ve akşamdan oluşan, uyuyunca sona eren zaman dilimi olarak tahayyül ederdik.

Sonra azıcık büyüdük. 24'e böldüler bir günü. Saati öğrettiler. İlk başta kavrayamadık. Bazılarımız kavramayı reddetti. Bu sefer zaman bildirmek için yeni bir kavram geliştirdik: "Saat 12 gibi oradayım." veya "Saat 4 gibi alacam ben seni evden." vs... Tamam; lisede ders 7:40'ta başlardı ama "Altı buçuk gibi" uyanırdık. Saat 7 gibi gelecek birini, en azından 7:20'ye kadar beklerdik, sonra endişelenmeye - veya sinirlenmeye- başlardık.

Sonunda büyüdük. İş hayatına atılmamız gerekti. Koşturmamız gerekti; servise, otobüse yetişmemiz gerekti. O zamana kadar hep var olan, ama ısrarla üstünde durmadığımız dakikalar, hayatımıza girmeye başladı. Gün artık, resmen 1440'a bölündü. Sabah 6:56 trenini bekler olduk, servis en fazla 7:43'e kadar bekliyordu ve bizim en az 10 dakika önce orada olmamız gerekiyordu. Belediye otobüsü 19:11'de ringini tamamlıyor ve durağa 19:14'te geliyordu. Saat tam 8:00'da işte olmak gerekiyordu, 1 dakika gecikince priminden kesiyorlardı.

Velhâsıl-ı kelâm... Biz büyüdük, zaman sıkıştıkça sıkıştı. İki dakika arasında akan şey olarak tahayyül ediyoruz şimdi zamanı. 

Not: İstisnâlar, müstesnâdır. Doğuştan dakiklere selamlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder